Lanet Adam

Kayhan KOLCU

A. yeni evine sonunda yerleşmeyi bitirdiğinde soğuk geçeceği söylenen bir Aralık ayının ilk Pazar günüydü. Her şeyi yerleştirmesi bir tam haftasına mal olmuştu; bu süre evini tasarlamakla geçirdiği üç aylık süreyle kıyaslandığında kısa sayılabilirdi. Ev taşıma süreci belki daha kısa sürebilirdi fakat şerefsiz arkadaşlarından hiçbiri ona yardım etmeye yanaşmayınca bütün iş ona kalmıştı. Arkadaşlarının bu aşağılık davranışını önemsemiyordu A.; ne de olsa sonunda hayalindeki eve kavuşmuştu.

Evin, yaygın kanıya göre misafir odası olarak kullanılması gereken küçük odasını sadece kıyafetlerine ayırmıştı. Sade bir salon oluşturmuştu. Bir duvara, aynı resmin farklı dört renkte bulunduğu şu pop-art tablolardan asmıştı. Çok beğenerek seçtiği kahve masasını çevreleyen köşe takımını, paraya kıyarak aldığı ve 5+1 ses sistemi ile kanatlardan desteklenen dev ekran LCD televizyonunu tam karşıdan görebilecek şekilde yerleştirmişti. Salonda gereksiz hiçbir şey yoktu; yani bu saydıklarımızın dışında sadece DVD oynatıcı ve 793 adet DVD dışında başka hiçbir şey yoktu.

İnceden yağan yağmuru seyretmekten sıkılınca dönüp oluşturduğu salona baktı A. . Üzerinden tatlı bir yorgunluk vardı. Haftanın ilk iş gününden önce biraz dinlenmeyi hak etmişti. Mutfağa gitti. O sevdiği kahve dükkânından satın aldığı fincanına ismini telaffuz etmekte zorlandığımız aromalı kahvesini doldurdu, kavanozdan birkaç kurabiye alıp salona döndü. Amerikan yapımı filmlerde sıklıkla gördüğümüz sahnelerden biriydi adeta. Televizyonu karşıdan görecek şekilde koltuğuna oturdu; gerçi bu haline oturmaktan çok koltukla bir olmak da denebilirdi. Amacı biraz televizyon izleyip erkenden yatmaktı. Bir eliyle televizyon kumandasını diğer eliyle göbeğinin üzerine yerleştirdiği kahve fincanını tutuyordu. Kahvenin göbeğine verdiği ısı onu iyice mayıştırmıştı. Şu halde keyfini bozabilecek tek şey olan lüzumsuz bir telefon görüşmesini cep telefonunu kapatarak bertaraf etti. Melankolik arkadaşı C., kararsız arkadaşı E.E. veya isterik arkadaşı E.B.’ den gelebilecek olası bir çağrı hayli yersiz olurdu.

Epeydir kitap okumadığını, belki de bugünün yeni bir kitaba başlamak için uygun bir zaman olduğunu düşünerek uzun zaman önce alıp bugüne kadar sadece dekor görevi yapan kitaplardan birini eline alıp daha ilk cümlesini bitirdiğinde tahmin ettiğinden de erken uyuyabileceğini fark etti. Kitabı kahve masasının üzerine bırakıp televizyona geri döndü. Daha çabuk uyuyabilmek için ekonomi programlarından birini açtı. Artık gözlerini açık tutmakta zorlandığı anlarda yatak odasına gitmeye yeltenmişti ki kapı çaldı.

Heyhat! Bu saatte... Pazar günü bu saatte kim gelebilirdi ki. Bezmiş bir halde kapıya doğru yöneldiğinde bu sorunun saçmalığının farkına vardı. İsteksizce kapıyı açtı. Kapıyı çalan, üzerinde son 15 günde muhtemelen 6 kere giydiği, üzerinde adını şu anda hatırlamakta başarılı olamadığımız bir çizgi film karakteri olan tişörtü, kadife şortu, mavi renk ayakkabıları ve elindeki içinde iki adet (daha fazla değil iki adet) bira bulunan siyah bir poşet ile içeri dalarken ‘HayırlOlsnOlm.HiçHabrVermiyosunLAAnn’ dediğini duyar gibi oldu A. . Ayakkabılarını çıkarması konusundaki müdahalenin geciktiğinin farkına vararak, apartman boşluğuna doğru ‘Hoş geldin İ.’ demekle yetindi umarsızca. Salona dönerken İ.’ nin mırıltılarını duyabiliyordu.

- Öyle değil mi?
- Ne öyle değil mi?
- İki saattir anlatıyorumolm dinlemiyor musun !!?

A.’ nın uykusu açıldı. Artık başlamıştı; davetsiz misafirini durdurmak imkânsızdı.

- Neyse tamam bir bira ver bari.
- Hıe. Ben evde vardır diye şeetmiştim de neyse tammtammtamam.

A. koltuğun üzerine bağdaş kurarak oturmuş birasını iki eliyle sımsıkı tutan İ.’ ye içinden sövdü. Ses etmeden yerine oturdu. Kumandayı arıyordu ki o sırada kanalların zaten değişmekte olduğunu fark etti. İ. bir yandan televizyonda gördüklerini yorumlayıp, bir yandan evin dekorasyonu ile ilgili öneriler yaparken, sehpanın üzerindeki kitabı fark etmeyi başarıp A.’ nın okuma alışkanlığıyla ilgili kaşını gözünü oynatarak sataşmalarda bulunuyordu. O noktadan sonra onu dinlemeyi bıraktı A. Artık sadece kafasıyla onaylıyor, arada sahte sırıtışlar atıyor bu sırada ise kumandayı ele geçirmenin planlarını yapıyordu. O kadar dalmıştı ki İ.' nin birasını koltuğa döküp ' tammtamm yok bişeyyok bişey' dediğini fark etmemişti bile. Aradan bir saat geçtikten sonra A. artık bir şeyler yapması gerektiğine karar verdi. İçtiği iki bira İ.’ nin çenesini iyice açmıştı; ‘…işte bence Kaliforniya şaraplarıyla Bordo şarapları arasındaki en önemli fark budur dostum.’ gibi cümleler kurmaya başlamıştı. A. Bu şansı iyi değerlendirmeliydi; ‘ Üzüm çekirdekli olunca yiyemiyorum ben.’ dedi.

Hoşuna gitmeyen sohbetleri soğuk algınlığına uğratabilmek gibi bir kabiliyeti vardı. Kısa süreli bir sessizlik oldu. A. esneme tribi yaparak, artık yatması gerektiğini, malum bir sonraki gün erken kalkacağını belirtti. İ. yolu kendi bulabileceğini söyleyerek yıların dostluğuna yakışmayan bir hamleyle karşılık verdi. A. umursamadı, banyoya gidip dişlerini fırçaladı. Yatağına yattı; sonunda tekrar huzur bulmuştu. Uyurken en rahat edeceği pozisyonu ararken sağına doğru döndüğünde, yatağının üzerinde bağdaş kurarak oturmuş şekilde İ.’ yi görmesiyle yataktan sıçraması bir oldu. ‘ Bankaların bu kriz ortamında her isteyene kredi dağıtmasını beklemek ancak hayalperestlik olur.’ dedi İ. Şok içindeki A.‘ Ne diyorsun, lan’ diye çıkıştı. ‘ Üstün açık yatma üşüteceksin’ diye uyardı İ. şefkatle.

Ter içinde uyandı A. Saat nerdeyse gece yarısı olmuştu. Kalkıp televizyonu kapattı, kapısını kilitlediğinden emin oldu. Uyumak için yatak odasına yöneldi. Sabah ezanını duyduğunda bu boşa çabasından vazgeçti.

Hoşgeldiniz...

Uzun beyin fırtınalarının, saatlerce kapalı kapılar arkasında 1001 kahve ve sigarayla yapılan görüşmeler sonunda, 'Şantelin Türk Sinema Müziklerine Etkileri ve Tepkileri' ve 'Seni Sevmiyorum Atilla(Dorsay)!' adlı eserleriyle tanınan Sn. İpek Özarmağan, Beşiktaş Çarşı oluşumunun hukukçu üyesi Sn. Efe E. Kaya, 'Hayatı Anlamak' ve 'Sarmal Eksende Psikoloji' eserleriyle son döneme damgasını vurmuş Sn. Başak Başgut aramıza katılmıştır.

Kendilerine "Hoşgeldiniz" diyoruz...

'otuzdokuz' Ekibi
Martı Yayın Dağıtım A.Ş

Padişahım Çok Yaşa!

Cem TAŞKARA

Gözleriyle veziri Kolcu'ya önünde eğilmiş İsveç sefirini göstererek Stochlom güzel yer de soğuk soğuk soğuk dedi.2 imparatorluk arasındaki konuları konuşurken vezirlerine , gözleriyle alaycı bir şekilde sefiri gösterip işaret ediyor , gülümsemesini de katmaktan çekinmiyordu.O sırada telefonu çaldı.Arayan her hafta kendisi tarafından düzenlenen zorunlu futbol müshabakalarına mazereti sebebiyle katılamayan Budak'tı.Napçan gerizekalı ha napçan evde oturup meyveni ye sen gerizekalı diyip sinirli bir şekilde telefonu kapadı.Aptal aptal aptal diyip vezirine döndü ve benim filmim var dedi.Daha önce Alman sefirine zorunlu getirttiği St Pauli tşirtünü giyip sarayından çıktı.

Döndüğünde sarhoştu.Yanında bir kızla gelmişti.Kıza harem odasını göstererek git sen ben geliyorum dedi.Kızın odaya gittiğinden emin olunca bilgisayarına koştu.Tahtına göre biraz daha yüksekte olan bilgisayarından hemen ekşi sözlüğü açtı.Site açılmıyordu.Çok sinirlendi.Hemen teknolojiden sorumlu veziri Taşkara'yı çağırdı.Kabloyu hafif okşayıp bundan olabilirmi lan dedi.O anda Taşkara'nın alaycı sırıtışını gördü ve yıllarca konuşulacak kararını diğer veziri Kolcu'ya bağırarak verdi.Vurun kellesini vurun vurun vurun diye bağırdı.Noldu ha korktun mu gerizekalı diyip sırıtıyordu.Ayvalık İmparatoru caniliğini saklamıyordu.

İdam günü herkes oradaydı.Padişah tahtında oturuyor kartdor dondurmasından keyifle bir kaşık alıyor , halk korkuyla onu izliyordu.Kaşığı ağzına götürüp bağırması 1 saniyeyi geçmedi.Lan bunda benim sevmediğim birşey var diyip Kolcu'ya döndü.Kolcu korkuyu o anda hissetmişti.Olmadı kartdor olmadı diyip dondurmasını Kolcu'nun yüzüne fırlattı.Oğh pardon lan fazlaydı fazlaydı fazlaydı diyip Kolcu'nun gönlünü aldı.Gel lan gel gel bak bak nası korkuyo bak bak deyip kahkahalar atıca Kolcu'nun da keyfi yerine geldi.

Başlayın lannn başlıyomusunuz laaannn siz idam mı ediyoruz lan Taşkara'yı sözleri sarayın duvarlarında inliyor ve halkı daha çok gaza getiriyordu.Cellat belli belirsiz seçilebiliyordu.Çok güvendiği eski dostu Erenköy sefiri Taşkent'i cellatlık için üşenmeyip getirmesi bunun acı ve korku verici bir şaka olduğunu belli etmişti.Herkes padişahın eline bakarken o hala şaka peşinde Kolcu'ya gülümseyip gözleriyle Taşkara'yı işaret ederek bak bak salak nası korkuyo demeyi eksik etmiyordu.Edeyim mi lan seni idam ha , haaa gerizekalı diye Taşkara'ya son sözünü sordu.Taşkara korku dolu gözlerle padişahım yapma vallaha bidaha olmaz diyince o kör merhameti şakayı uzatmasına izin vermedi.Eski dostu ve veziri Taşkara'nın yanına gidip olm alınmadın dimi lan derken Kolcu'ya dönüp ağır oldu ağır oldu ağır oldu dediğinde kan beynine sıçradı.Unuttum lannn diyip hemen haremine koştu.Dün gece hareme git ben geliyorum dediği kızı haremde unutmuştu.Ama o bir padişahtı alttan almazdı.

Hareme girdi ve kıza gel laaann diye bağırdı.Kıza gündüz gözüyle bakınca bir kez daha iyi bir tercih yaptığını anlayıp Kolcu'yu aradı.Alo'ğ dedi.Olm milf çıktı laaan bu Kolcu , milf milf milf dedi tamam tamam tamam bende bende bende sen rahat olll dedi ve kapattı.Kıza bruce gülüşünü attı.Napçaz lan şimdi haaa söle haa dedi ve perde.

Duyuru

Martı Yayın Dağıtım A.Ş olarak tadında bırakılan 'SatenDergi' oluşumundan sonra Türk edebiyat camiasında yeni bir soluk olarak beliren 'otuzdokuz' hareketi yeni yazarlarını arıyor.

Gerek genel yayın yönetmenimiz Ahmet Taşkent gerekse de imtiyaz sahibi Cem Taşkara tarafından yapılan uzun araştırmalar sonucu prensipte anlaşılan üç yeni yazarımız yakında basına açıklanacaktır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

'otuzdokuz' Ekibi
Martı Yayın Dağıtım A.Ş

İstanbul'da Terliyorum Kollarım Kapalı...

Cem TAŞKARA
bazı şeyler hala ölmemiş
bizim yazış dediğimiz
kendimize yakıştıramadığımız
yalan dediğimiz şeyler
ölmemişler
yaşatan insanlar varmış onları
umarsızca
kimseden sakınmadan
korkmadan
çekinmeden
ne kadar dalga geçsekte
bizde olmayan yalanlar diğerlerine gerçekmiş
seni seviyorum demek
gerçektende varmış
şehrin denize bakan güzel yerlerinde
samimi birşeymiş
ne para
ne iş
ne herhangi bir gösteriş
karışabilirmiş bu samimiyete
geçememişler önüne
seni seviyorummuş kilit
samimice sölenen
yalansız
kandırmacasız
acınası bir sırmış bizlere kalan ,
düşünce benliğimizde
bir set gibi
yada baraj
suyu bıraktığında
anlamış insan
ne kadar geç kaldığını
bırakamayanlar
yani ben
yanlız kalmışız
yıllar sonra
insanlar beş adım öndeyken
biz sıfırdaymışız

Teşekkür

Bir çok kez şans istedi, bu defa şeytanın bacağını kırar düşüncesiyle "olur" dedik. Ama olmadı.

Sayın Emir Budak'a bundan sonraki yazarlık yaşamında başarılar dileyerek kendisine yol veriyoruz.

Kendine iyi bak Emir...

'otuzdokuz' Ekibi
Martı Yayın Dağıtım A.Ş

Bir Nedeni Olmalı

Ahmet TAŞKENT

Senin kafandan aşağı su boşaltmak ya da suratına su çarpmak neden bana büyük bir haz veriyor? Diğer insanlara yapıldığında hiç te komik olmayacak, sığ ve basit bir şakayken, sana yapıldığında olay nasıl bu kadar komik bir hal alıyor?

Tribünde maç seyrederken seninle aynı takımı tutan ve tek beklentisi senin de tuttuğun takım leyhine bir penaltı çalınması olan çocuğa hangi sebeple kızdın, omzunu dürtüp bağırdın?

Prates’ten beklentin nedir, Hakan Şükür’le alıp veremediğin neydi?

Bir başka maçta arkandaki panoyu defalarca yumruklaman seni neden kesmedi bir de üstüne yetmezmiş gibi montumun cebini yırttın?

Sen ben ve Toygarın kilo olarak toplamına tekabül eden adamı hangi mantığa dayanarak dövmeye çalıştın?

Yaptığımız halı saha maçında top sürerken öne düşmeyi nasıl başardın?

Zil zurna sarhoş olduğunda 5 kişi yaka paça seni merdivenden indirmeye çalışırken neden bana dönüp “Sen de Galatasaray’lısın!” diye bağırdın? Benden beklentin neydi?

Seyrettiğimiz bir fener-gasaray maçının ardından mağlubiyetin verdiği sinirle şakayla karışık emirbudağı tekme-tokat dövmeni bir nebze anlayabilirim. Beraber onu döverken neden bir anda bana yöneldin? Bir kişiyi dövmek seni kesmedi mi?

Neden Erkan’ı şehir girişinde yavaşlaması konusunda uyarmadın? Polis çevirince “Yedik 120 ytl cezayı” dedin, polis gelip 110 dediğinde bunun para cezası değil de yapılan hız olduğunu anlamayıp “He işte 110” neden dedin? Bunu insanlara anlatınca bana neden kızdın?

Tek başına maç seyrettiğin kahveyi neden dağıttın? Masayı devirip kahveden kovulmanın ne anlamı vardı? Değdi mi?

Neden?