Çiçek Ekimi

Uygar Günerb

(erken bir ekim ayı yazısıdır)

Herkesin malumları olan bir araştırmaya göre, bir şehrin kalabalık bir meydanında birkaç meczup giyimli insan aniden yere yatıp "çök çök çök" diye bağırdığında kimse itibar etmemiş, aynı eylem takım elbise veya döpiyesli, bobstil ayakkabılı, bond çantalı kişilerce gerçekleştirildiğinde habersiz deneklerin çoğu yere çökmüştür. Ben bu olayla doğrudan bağlantılı bir anımı aktarma gayretinde olacağım.

Olay, askerlik borcumu ifa ederken yaşandı; hangi şehir olduğu bende kalsın, askerliğimi yapmakta olduğum yerde, çiçek ekimi için gönüllü olanların öne çıkması emredildi. Beni tanıyanlar iyi bilirler; derhal gönüllü oldum. Ayrıca çiçek ekiminin yapılacağı alanda blueberry (türkçesi belki "dağ çileği"dir, emin değilim) yetiştiğini genel coğrafi bilgimden usumda barındırmaktaydım. Benle birlikte başka gönüllüler çıktı, başımızda bir komutanla yola koyulduk.Komutan, yanımıza yemek almamamız gerektiğini, buna rağmen alanlar olursa kaliteli yiyeceklerin alınmasını zira bu yemekleri toplayarak kendisinin yiyeceğini aktardı.

Şimdi askerden dönmüş olanlar bilirler; benim İngilizce'de ve eski dilde "badi" denen, bugünkü adıyla "can dostu" denen arkadaşım, Niğdeli ve yiğit bir delikanlıydı.Türkçe'nin İngilizce'den ileri olduğunu, ancak bizim eski dilimizle yarışabileceğini düşünerek yürüyordum. Çiçek ekimi iyi gidiyordu.

Benim can dostum olan Niğdeli delikanlının, çiçek dikiminden iyi anladığı, gönül rahatlığı ile söylenebilir. Dikmekte olduğumuz çiçeklere çok kibar davranıyor; adeta ölmekte olan bir bebeği taşıyor gibi dikkatli biçimde çukura yerleştiriyordu…

Umursamaz oldukları halde, bazı görevlerden kaçacağını düşünerek gönüllü olanlar bizim gayretlerimizi hayranlıkla izliyorlardı. Feyz alıp utanmışlardı; çukurun yamacını hangi yöne yapacaklarını, can suyunun ne kadar döküleceği gibi sorular sormaya başlamaları oldukça hoşuma gidiyor, zamanım yettiğince onlara yol gösteriyordum. Bu arada ben de oldukça yorulmuştum ancak çok ve nizami yürüttüğümüz çiçek ekiminin ne kadar uzun sürerse, o kadar çok çiçek yetişeceğini biliyordum. Bir süre sonra yorulanlar, benim ve Niğdeli can dostumun yanına gelmişlerdi; komutanımızın "çiçek dikimini bırakabileceğimize" ilişkin talimatını beklerken sohbet ediyorduk.

Laf lafı açtı ve Niğdeli arkadaşım, askere gelmeden önceki son günlerde, Niğde'deki caddede bütün gün turladığını, heyecanla karışık bir çeşit korku yaşadığını anlattı. Ben caddenin adının "Cumhuriyet caddesi" mi, yoksa "Atatürk caddesi" mi olduğunu sordum. "Niğde'de bulundun galiba badi, Atatürk Caddesi" dedi. Ona ülkedeki caddelerin çoğunun adlarının "Cumhuriyet" veya "Atatürk" olduğunu, hele bir ilde yalnız bir cadde varsa, mutlaka bunlardan biri olması gerektiğini söylemedim elbet; yalnız "bulunmadım ama adını biliyorum" demekle yetindim.

Dikim işlemini bitirebileceğimize ilişkin talimat geldi ve olduğumuz yerden az uzakta, kendimize yatacak yer hazırlamak üzere yerlerdeki dikenleri, ayrıkotlarını, ısırgan otlarını, ebegümecileri, dereotlarını ve diğer tüm bitkileri temizlemeye başladık. Hoş, ısırgan ve diken dışındaki bitkileri temizlememize gerek yoktu ancak kalabalık bir halde sohbete dalıp işi gereksiz uzatmıştık. Ben, nasıl mütevazi olarak ifade ederim bilmiyorum, bilgim, görgüm ve olgunluğumdan kaynaklı olduğunu zannettiğim bir ilgi görüyordum. Niğdeli can dostum kıskanmış olacak ki, yazları Atatürk Caddesi'nde tezgah açıp çalıştığını, kışın ise bu para ile okuduğunu anlattı, hangi okulu bitirdiğini sorduklarında ise "orta son terk" dedi. Yanımızdaki arkadaşlardan Emir B./Diyarbakır künyeli birisi densizce "lan, 'okudum diyosun, 13, hadi 15 yaşında okulu bırakmışsın, naaptın askere gelene kadar geçen 5-6 senede?" diye sordu. Niğdeli can dostum bu söze oldukça sinirlendi ve köpürerek "hayat gailesi anlamazsın. Atalar ne güzel söylemiş: "Etme çoluk çocukla sohbet küstürürsün / Silme cam kırığıyla göt, kestirirsin" dedi.

Utancımdan yerin dibine girdim desem yeridir. Bu sözün üzerine, Niğdeliye soruyu soran Emir B., söylenendeki kaba sözlere alınmış olacak ki, Niğdeliye cenk etmeye yeltendi, bu kargaşayı gören komutan bize dağılarak yatmamız talimatını verdi. Hemen insanlar harekete geçtiler ve yatmak için hazırlıklara başladık.

Kalabalık dağıldıktan sonra Niğdeli can dostum ile soğuktan biraz olsun korunmak için birbirimize sırtımızı verip yattık. Uyumak üzereyken, Niğdeli can dostumdan şöyle bir söz öbeği duydum: "badi, dayamıyorsun değil mi, badi?", hemen şaşkınlıkla "ne münasebet, yok öyle bir şey" dedim. Niğdeli, "ne bileyim ben hiç Erzurum'u görmedim ama derler ya, Erzurum'a Karslı gidip dönmüş, Karslı'ya sormuşlar "Ne gördün Erzurum'da, diye. O da, "bir numarası yok, ekmeğe lavaş, godoşa dadaş diyorlar" cevabını vermiş. O bakımdan dedim." Erzurumlu olmadığımı ama Karslı'nın dediği gibi, insanları memleketine göre ayırmanın doğru olmadığını, çiçek ekiminin ne ulvi bir faaliyet olduğunu, dağ çileği toplayamadığımı, benim gibi birisinin nasıl kendisine dayıyor (yazarken bile utanıyorum, affedin) olabileceğime ihtimal verdiğini falan anlatmak varken, onunla onun dilinden konuşmaya, halka inmeye gayret ettim: "Ben niye yine buradayım biliyor musun kral devrem, borcumu ödemek için, ilk harflere bakan dikkatli dostlarıma bir selam göndermek için döndüm!". Niğdeli can dostum, terhis tarihimin üzerinden 12 yıl geçmiş olmasına rağmen, halen arayıp halimi hatrımı sorar ve Atatürk caddesindeki evinin bahçesine çiçek ekmeye ve şarap içmeye davet eder. Ama ben onun içtiği ucuz şarapları içemem.

22.7.011 - Gevaş/Van

Hoş Geldin Üstad...


'Ben yazdım' akımının kurucusu ve öncüsü, edebiyat dünyasının hırçın kalemlerinden Uygar Günerbüyük makaleleriyle yeniden aramızda olacak.

Hoş geldin üstad.