Eskidendi -3-

Ahmet TAŞKENT

Annesiyle alışverişe gideceğini söyleyen Emir'i iki kızla gezerken suçüstü yakalamıştım. Bir yandan ona görünmemeye çalışarak ışıklardan karşıya geçtim. Hüseyin abiye selam verdim ve kendisinden iki karışık simit hazırlamasını istedim.

Hüseyin abi simitleri hazırlarken Emir'in neden bu kadar şahsiyetsiz bir insan olduğu hakkında düşünmek için bol bol
vaktim oldu. Neden yalan söylediğiyle ilgili hiçbir fikrim yoktu. Belki kızlarla buluşacağını söylerse ben de gelmeye çalışırım diye düşünmüş olabilir diye geçirdim aklımdan. Ama öyle bir tarzım yoktu. Hayatımı yalnızca iki şeye endekslemiş durumdaydım ve beni tanıyan dostlarımın da bunun farkında olduğunu biliyordum. Birincisi futbol, ikincisi ise ergenliğin gerektirdiği ölçüde harcadığım enerjiyi yeniden kazanabilmek adına yiyebildiğim kadar yemek yiyebilmekti. Sonuçta 5 dakikalık tenefüste 4. kattaki sınıftan üşenmeden bahçeye inip orta-kafa-gol oynadığımız zamanlardı. Zor bir dönemden geçiyorduk.

Simitleri aldım, eve doğru yolu çekmeye koyuldum. Yemek işini halletmenin verdiği gönül rahatlığı ve eve gidince güzel bir çay demlemenin hayaliyle ağır ağır eve doğru seyirtirken telefonum çaldı. Arayan Uygar'dı. Telefonu açtım, alo dememe fırsat bırakmadan "akşmkaç" dedi. Afalladım, tam "anlamadım abi?" diyecekken telefon suratıma kapandı. Geri aradım, telefon açılır açılmaz Uygar bu defa "kşamkaçta" dedi. "Abi hatta sorun var galiba..." derken telefon tekrar suratıma kapandı. Israrcı olmadım, nasıl olsa akşam görüşürüz dedim, tekrar aramadım. Uygar da aramadı.

Evde simidimi yiyip çayımı içerken bir yandan Süper Baba'nın tekrarını seyrettim, anıra anıra Fiko ve Nihat arasındaki ilişkiye güldüm. Çocukluk kahramanlarım Lorel ve Hardy'den daha iyi olduklarına kanaat getirmek üzere olduğum zamanlardı. Ayrıca Fiko ve Nihat'ın arkadaşlarımız arasındaki karşılığı tam olarak Emir ve Cem'di. Bu benzerlik bambaşka bir yazının konusu olduğu için şimdi burada kestirip atmak istemiyorum.

Artık klasikleşen okul sonrası simit-süper baba-uyku üçgeninden sıyrılıp gözlerimi açtığımda saat 9'a geliyordu. 8'de Erkanlar'da buluşacaktık, geç kalmıştım. Giyinip evden çıktım.

Yolda bir şey istiyor musunuz diye sormak için Erkan'ı aradım. Yanındakilere sordu, 15 tane bira istedi. Bir insan 8'de buluşarak içmeye başlayıp saat 9'da nasıl biraya ihtiyaç duyar? Ve neden 15 tane? Veya kendi kendime "şimdilik 6 tane alayım, sonra çıkar tekrar alırız" diyecek kudretteyken bugün nasıl 3 birayla kafam çok iyi oluyor? Bu soruların cevabı yok.

Evimin etrafındaki köpeklere yakalanmamanın verdiği rahatlama hissi ve Erkanlar'ın oradaki köpeklere ebelenme ihtimalinin verdiği tedirginlikle Erkanlar'ın sokağının başındaki tekelden 20 bira+sigara+çerez alıp tüm varımı yoğumu orada bırakarak yoluma devam ettim.

Eve yaklaşık 100 metre kalmıştı ki arkamdan pati sesleri gelmeye başladı. Sesler gitgide yaklaşıyordu. 2 elimde ağır siyah poşetler vardı ve dönüp arkaya bakmaya ölesiye korkuyordum. Zira Erkanlar'ın sokağındaki köpekler hâlden, durdan anlamıyorlardı. Köpeğin biraz aklı olsa, üstünlüğünü kabul ettiğimi ispatlarcasına, saygı nişanesi olarak beni ısırmaması karşılığında yere çömelerek pati bile verebilirdim ama köpekler doyumsuzdu ve ısırmaya programlanmışlardı.

Adımlarımı sıklaştırdım, ancak seslerden anladığım kadarıyla patiler 4'ken 8, 8'ken 16 oldu. Artık ne olacaksa olsun diyip arkamı döndüm. Ve tam olarak evle benim aramdaki mesafe kadar uzaklıkta bana doğru koşan 3 köpek gördüm. Köpeklerden biri gaddarlığıyla nam salmış, yıllardır dillere pelesenk olarak artık destanlaşmış, Erkan'ın da beni kendisi hakkında ısrarla defalarca uyardığı iri bej köpekti. 10 tane köpek saldırsaydı ve parçalasaydı beni, ama o bej köpek olmasaydı... Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çaresizce etrafıma bakındım, acaba başkasına mı koşuyorlar diye ama sokak ıssızdı ve bir tek ben vardım.

Yıllarca "aslında üzerine doğru koşan köpeğin doğru bir zamanlamayla ağzının ortasına tekme atsan olur" diye düşünen ben, o an anladım ki öyle bir şey yokmuş. Yere düşerken nasıl ellerimizi uzatarak kendimizi korumaya çalışıyorsak, üstüne son sürat koşan köpeği görünce insan kaçıyormuş.

Koşmaya başladım. Köpeklerin fazladan 2 ayağının haneme eksi puan olarak yazılması yetmiyormuş gibi ellerimde ağır torbalar vardı. Orada o gün kaçarken şunu da anladım ki, insan ellerini sallayarak koşamıyorsa dışarıya çok komik bir görüntü sunmuş oluyor. Kollar, gövde ve kalçalar sabit, sadece ayaklar hareket ediyor. Gerçekten çok kötü bir görüntü.

Bir yandan kendime acıyarak ve üzülerek korkuyla koşarken, apartmana vardıktan sonra kapının açılma süresinin bana yetip yetmeyeceğini kafamda tartmak için arkama dönüp bir daha baktım. Köpekler farkı kapatıyordu, en önde de o lânet bej köpek vardı. Bir canlının en sevdiği varlığı elinden alsam, arkamdan böyle canhıraş koşmazdı. Köpeklerin niyetini gerçekten anlamakta güçlük çekiyordum.

Tüm bunları aklımdan geçirirken kapıya çok yaklaşmıştım ve işler yolunda gitmiyordu. Böylesine bir riski göze alamazdım. Ve elimde torbalarla Erkanlar'ın evinin önünden transit bir şekilde hızla koşarak geçtim...Bugün bile düşününce tek avuntum, o sırada bizimkilerden birinin beni görmemesi oldu. Kafada canlandırmak bile insanı ürpertiyor. Arkadaşlarınla birlikte içiyorsun, bir ara hava almaya balkona çıkıyorsun ve bir sigara yakıyorsun. Aşağıya doğru kafanı bir uzatıyorsun ki bir arkadaşın, iki elinde siyah poşetler ve peşinde köpeklerle koşarak evin önünden geçiyor...

Benim adıma çok üzücü bir durum.

Evin önünden koşarak geçtim, karşıma çıkan dörtyolda duraksamadan karşıdaki sokağa daldım. Son çırpınışlarımı veriyordum ki arkamdan gelen pati sesleri kesildi. Dönüp arkama baktım, 3 köpek de yolun karşısında durmuş bana bakıyorlardı. Yüzüklerin Efendisi'nde Liv Tyler'ın nehri geçmesinin ardından kralların nehrin diğer tarafında kalıp geçememeleri gibi bir sahne yaşandı. Anladım ki tek dertleri o sokaktan geçmemmiş. O güne kadar birçok kez istenmediğim yerde istemeden de olsa bulunduğum olmuştu ama hiç bu kadar istenmediğimi hatırlamıyordum.

Üç köpek, özellikle bej köpek yolun diğer tarafından 10 dakika boyunca bana baktı. Ben sürekli gözlerimi kaçırdım. "Sıkıntı verdiysem özür dilerim, sizinle ters düşmek istemem" bakışları fırlattım ara ara. Bu tıkanıklıktan köpekler de sıkılmış olacak ki, gittiler.

Zili çaldım, apartman kapısı açıldı. Henüz asansördeyken evden acı Ahmet Kaya nağmeleri gelmeye başladı.

Gece daha yeni başlıyordu.

(tu bi kontinyud)