
Beni kapıda karşılayan Erkan'a "beni köpekler kovaladı" dedim. Her zamanki klâsik kahkasını atarak zaten yıpranmış olan sinirlerime bir darbe daha indirdi. Başkası gülse bu kadar koymayabilirdi ama Erkan gülünce işin rengi değişiyordu. Normal bir insan başına kötü bir şey gelmesini istemezken, ben başıma gelen kötü şeylerin Erkan tarafından bilinmesini istemiyordum. Fazla şey istemiyordum, büyük tutkularım yoktu.
Erkan'a bir iki küfür ettikten sonra biraları dolaba koymak için mutfağa yöneldim. Dolap tıka basa doluydu, eğilip alttaki raflara biraları sıkıştırmaya başladım. Son şişeyi de bir boşluğa istifledikten sonra dolabın kapağını kapattım ve arkama dönmemle dibimde sessiz bir şekilde duran Uygar'ı görmem bir oldu. Uzun süren köpek gerginliğinin ardından sinirlerim boşalmış olacak, aklım yerinden çıkacak gibi oldu.
Bir yandan kalbimi tutarak "abi öyle yanaşılır mı arkadan, ödüm çıktı" dedim. Hafif gülümsedi, "ödü çıkmak ne lan yok öyle bir şey, patlamıştır" dedi. Sonra konuşmama fırsat vermeden aralıksız sorularına başladı. "Oğlum telefonda ne dediğimi neden anlamıyorsun sen? Hiç saniye yazmadan telefonu kapatmaya çalışıyorum, bana uzun uzun Zeki Müren Türkçesiyle 'sanırım anlamadım, sanırım şöyle oldu, korkarım böyle oldu' falan diyorsun. Akşam kaçta diye soruyordum" dedi. "Ne bileyim abi anlamadım, anlasam cevap verirdim" dedim. "Neyse zaten senden sonra İbrahim'i aradım o söyledi" dedi, uzandı dolaptan bir bira aldı, "hâlâ sıfır saniye yapamadık, sıfırla bir saniye arasında gidip geliyoruz, eninde sonunda olacak ama" diyerek mutfaktan çıktı. Telefon şebekesine karşı ciddi ciddi hırs besliyordu. Kendi kendime "manyak mıdır nedir" diye söylenerek bir bira da ben aldım ve salona geçtim.
Salondaki manzara hiç iç açıcı değildi. Benle beraber toplamda 7 tane adam, kiminin üstü çıplak, kiminde atlet var, kimi sadece boxerla ortalıkta geziyordu. Birazdan mızraklarımızı alıp ava çıkacakmışız gibi bir hava vardı ortamda. Ellerde bira şişeleri, kiminin önünde rakı kadehi. Ve en kötüsü de, dizlerinin üstüne çökmüş, önündeki tepside çiğ köfte yoğuran bir Emir Budak...
"Ahmet'çim hoş gelmişsen" diye karşıladı beni çiğköfte üstadı. Hangi kıstaslar göre Diyarbakır şivesine geçiyordu yıllardır çözememiştim. Kendisini herhangi bir kızın karşısında gören soyunun saraya dayandığını ve tam bir İstanbul beyefendisi olduğunu sanardı. Ama yanımızda tam bir aşiret mensubu gibi davranıyordu. "Hoş bulduk" dedim, kaşlarıyla yanında duran bezi gösterdi. Bezi yerden aldım ve terini silmeye başladım. Bu sonu istememiştim, ama şartlar beni buraya kadar getirmişti. Belki de o cuma gecesi destansı bir aşkın ilk adımlarını atarak, o an sevdiğim kızın kulağına onu ne kadar sevdiğimi fısıldayacakken, ben orada Emir'in yanına çimmiş terini siliyordum. "Vallaha ellerim yağlıdır, şu atletimi çıkarsana gurban" demesiyle titreyerek kendime geldim. "Abi vallahi midem kalktı" diyip kaçtım yanından.
Emir'den kaçmaya çalışırken yanlışlıkla yerde yatan birinin üstüne bastım. "Aaaaghhyavaşbe!" diye bir ses geldi. Baktım, yerde yatan İbrahim'di. "Niye yerde yatıyorsun oğlum?" soruma, "serinserinyerdahaserin" diye cevap verdi. Bir elinde büyük ihtimalle Erkan'ın annesi Kadriye Teyze'ye ait olan ve üzerinde ejderha motifleri bulunan bir yelpaze, diğer elinde ise kendi aldığı çok belli olan pringles vardı. Öyle bir sarılmıştı ki pringles'a, anne yeni doğan bebeğine öyle sarılmazdı. Oturdum, diziler üzerine mini bir sohbet gerçekleştirdik. "Yeni dizi var mı?" diye sordum, "çokgzel bitanevar amasensevmssin, gay var" dedi. Sonra da homofobik olduğumu söyleyerek homofobiklerin aslında gizli gay olabileceğinden bahsetti. Ayağımın topuğuyla omzuna vurdum. Yine "aaaghhyavaşbe" dedi. Onu ilişkimize başladığımız yerde, aynı sözcüklerle bırakarak müziğe müdahale etmeye Cem'in yanına gittim.
Cem her zamanki gibi kendi zevklerine göre bir liste oluşturmuştu. Listeye kendi istediğim şarkıları koymak için Cem'le kavga ederken, Çağdaş yanımıza geldi, telefonları topluyordu. Hardkor içilen bir gecede telefonları toplamak sonra da kendinin olmayan telefonları evde bir yere saklamak artık bir ritüel halini almıştı. Aksi takdirde sarhoş olununca aranan ya da mesaj atılan hoşlanılan kızla, geri dönüşü olmayan bir yola giriliyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde çıkan kavgaların, telefonunu geri istemelerin sonunun gelmeyeceği bilindiği halde böyle bir yola başvurmak durumunda kalınmıştı.
Duman, Zeki Müren, Ahmet Kaya, Sezen Aksu ve Levent Yüksel'in listenin başını çektiği şarkı listesinde, Kazancı Bedih'in Nemrudun Kızı adlı eseriyle listemize giriş yapabildiğini de göz önüne alırsak, dışarıdan bize bakan bir çift yabancı gözün neyin peşinde olduğumuzu anlamakta güçlük çekebileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
Hiçbirimiz değişmedik. Üstadın da buyurduğu gibi; 'İnsanlar değişmez.' Ama bazen biraz da olsa değişerek, normalde yapmayacağı bazı şeyleri istemeden de olsa yapmak durumunda kalabilirler.
Buradan yola çıkarak, şiirden gram anlamayan ben; sırdaş Erkan'ım, canım İbrahim'im, bir garip Uygar'ım, en adam Çağdaş'ım, çocuksu Cem'im, küçük dev adam Emir'im ve çok özlediğim Kayhan'ım için bu riski göze alıyorum ve bir Murathan Mungan şiirinden kesitle huzurlarınızdan ayrılıyorum.
Sağlıcakla kalın.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken,
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden...
(son)