Hamam

Sedef KALKAVAN

Bildiğiniz buzlu camları olan demir bir kapısı vardı. Ağır, demir kapı. Hani su sıkıştı mı parmak götüren, kan oturtanlardan. Üstelik siyah, zifiri siyah. Kopmuş kilit zincirinin yerine naylon bir çamaşır ipi idareten bağlanmıştı. Bir açılıp bir kapanan koca bir kapı… Üstelik minik bir kıza korku salan bir kapı..

Üç basamak ile iniliyordu antreye. Bu yüksek tavanlı, geniş antrede insan kendini gününden düşmüş bakımsız bir köşkün salonunda kim bilir hangi hızda 360 derece dönerken düşünmeli. Derin bir nefes almalı, olabildiği kadar dik durmalı ve tavandaki Hoca Ali Rıza Efendi taklidi Boğaz tasvirini ve duvardaki çinileri doya doya seyredebilmeli, ister hamam öncesi, ister hamam sonrası.

Antreyi her iki tarafından yarım ay şeklinde saran merdivenler, kabinler hepsi ahşaptı ya kararmıştı artık. Asma kattaki kabinler alttakilere nazaran daha basıktı. Basit bir görüntü düşünün; her birinde, tavandan sarkan çıplak bir ampul, iki adımlık bir alan, duvar dibinde minik bir sedir ve kapı arkasında üç çengel ki giyisi asılabilsin, ha bir de insanı iten sorgu odası soğukluğu.

Asma kat kabinlerden sebep dardı. Ama yine de Çiğdem o hilalde dört dönerdi aksama kadar. Trabzanlardan sarkan havluları çekiştirir, kimini aşağı atar, bir sağ bir sol onca ikaza rağmen koşardı. Oturur, trabzanın aralıklarından bacakları aşağı sarkıtır İnci’ye laf atar, kızdırırdı.

İnci ise abla edalarından taviz vermeksizin gün boyu Çiğdem’e ültimatomlar verip her hareketini takip eder, tüm oyunlarına da burnunu sokardı. Hemen giriş kapısının solunda, kasanın da tam karşısında ufak bir masada sabun satıyordu. Kalıpların önünde “BANYO SABUNU – 25 Lira / ZEYTİNYAĞLI SABUN – 30 Lira / YEŞİL SABUN -30 Lira” yazan koca bir kağıt vardı. Kalıpların biraz gerisindeki mavi metal Nivea kutusu ağzına kadar bozuk para doluydu. İnci ciddi çalışır, aldığı bozuklukları sayar, para üstlerine özen gösterirdi. Matematiği nasıl iyi bildiğini göstermeye can atan küçük ama büyüdüm havalarında 9 yaşında bir kızdı işte. Hepimizin bir dönem giydiği lacivert daracık bir blue jean vardı üzerinde paçaları kıvrılmış, yüksek bel. Bir de beyaz polo yaka bir t-shirt.

Altta kabinlerin hemen bitiminde duvara monte raflarda beyaz banyo havluları, peştamallar, keseler, maşrapalar duruyordu. Rafların altında da yerde takunyalar ve terlikler vardı ya hepsi aynı numaraydı. Duvarlar burada bitiyor, asma katın altından büyük bir kapıyla havalandırmaya giriliyordu. Havalandırma denilen bölüm karanlık küçük bir yerdi. Ayak yıkamak için olsa gerek yere yakın bir musluğu vardı ve ikinci bir kapıyla hamama açılıyordu.

Ve hamam. Kalın, ağır kapısını açmak güç isterdi. Havalandırmanın izbe, karanlık havasından hamama geçiş bir aydınlanmaydı. Işıl ışıl su zerrecikleri içinde damarlı beyaz mermerler, kimi taşan kurnalar, o şatafatlı musluk başları. İşte Osmanlı diyordu insan. İşte banyo kültürü. Kubbe seklindeki tavanda göbek göbek camlar, camlarda gökyüzü, aydınlık. Kubbenin tam orta yerindekinde ise renkli parçalar, göbek taşının üzerinde allar morlar pembeler. Bunca aydınlık, buhar, duman içersisinde renkli ışık süzmeleri kulakta buruk bir kanun taksimi bırakıyordu.

Havalandırmanın dev kapısı çarptı ve Çigdem koşar adım soluğu İnci’nin yanında aldı. Minik göğsü hızla inip kalkıyordu. Gözlerini iyice açmış pür telaş;

- “ İnci, Fatma Teyze ciciklerimi yiyecekmiş” dedi. Sesi bir kız çocuğu için fazla kalındı ve derinden geliyordu. Hatta biraz dikkat ile arkadaki hırıltı fark edilebilirdi.
10’luk ve 25’likleri dizen İnci oturduğu yerde sağ kolunu kaldırdı ve Çiğdem'i kolunun altına aldı. Başını İnci’nin göğsüne gömen Çiğdem hala sık soluklar alıyordu.
- “ Gel, ne kadar paramız var, sayalım biz”
- “ Hı hı …. Ama ben de sayıcam ”
- “ Sayıcaksın.”

Onlar saymaya başladığında biz biraz yükselip tavandan seyredelim. Bir de güzel bir müzik…. Neşeli bir Italyan operası mesela Sevil Berberi? Telaşla başlarken müzik içeri buradan görüldüğü kadarıyla küçük kafalı tıknaz bir kadınla, iki yandan örgülü, saç ayrım çizgisi düzgün, minik bir kız girsin içeri. Hamamdan yanakları al al, akça pakça üç kadın çıksın takunyalarını takırdatarak. Gürbüz Neriman elinde meşrubat kasasıyla içeri girsin. Şişeler yere koyulurken iyi de bir şıkırdasın. Birileri gelsin birileri çıksın, müzik hızlansın soluklansın, keseci kadınlar toplanıp dedikodu yapsınlar tabure üzerinde, sarkmış koca memeleri dizlerine inmişken. Çay demlensin koca bir tepside servis yapılsın. Ortaya koca kulaklıda bir menemen gelsin birkaç ekmekle silinsin süprülsün. Çigdem antrede dört dönsün. Sonra yine birileri gelsin gitsin müzik birden bitiversin. Hava hafiften kararıp el ayak çekilmeye başlasın. Şükran Hn. son ışıkları kapatıp kapıyı kilitlesin.

Biz de artık aşağı inelim. Tam antrenin ortasına. Kuruyan havluları katlayıp raflarına koyalım. Takunyaları dizelim. Tek tek damlayan muslukları kapatalım. Göbek taşının üzerinde bağdaş kurup gecenin kör aydınlığında ağır rutubete rağmen derin derin nefes alalım.

...

Şişli'de e öyle pek şık sayılmayacak bir apartman dairesinin ebeveyn yatak odasında panjurun kırık aralıklarından Şükran Hanım’ın yatağına düşüyor gün ışığı sakin uçusan tozları göstererek. Solunda iki kızı Şükran Hanım sıkışmış yatakta. Eşinden ayrıldı ayrılalı çoktur böyle birlikte yatmaları. İlk hep Çiğdem uyanır. Kıpır kıpır, dirlik vermez kimseye, e eli mahkum uyanıp giyinilir, erkenden çıkılır. Kahvaltı illa ki hamamda yapılır anneanne ile cümbür cemaat.
Sabah 8. Neriman elinde hortum, ön taşlığı akıtıyor. Basmasının etek uçlarını sıkıştırmış iç eteğine ki ıslanmasın, ayağında lastik terlikler, elindeki çalı süpürgesini o kadar hünerli salıyor ki o harekete hayran kalmamak elde değil. Üstelik süpürülen yerde zerre pislik bırakmadan.

Kızlarla Şükran Hanım giriyor bahçeye. Neriman hortumu kıvırıyor musluk başında, kızlar eteklerinde koşuşturuyor. Koca tepside çaylar, kahvaltı masası.

9’a dogru Fatma Hanım ile diğer keseci iki kadın geliyor. Bir erken düsenler vardır hamama, 12 olmadan yanaklar al al başlarda eşarp çıkarlar, bir de evi toplayıp öğle sonrası gelenler. Ama asıl yoğunluk sabahtandır. Hele cumartesileri öyle kalabalık olur ki boş kabin kalmaz kimi günler. Artık pek de öyle hamama giden yok bu devirde ya bu hamamın nerede olduğuyla da ilgili. Mesela lüks bir semtte ise doğru, pek giden olmaz. Ama böyle orta gelirli bir semtin mahalle arasında ise kadınlar hem kendileri gelirler on beş'te bir, hem de kocalarını gönderirler. E erkekler pek de beceremezler pir pak yıkanmayı ya anca hamam paklar onları.

Sarınmışsınız havluya saçlarınız eğreti bir topuz bekliyorsunuz antrede. Elinizde tas, tasın içinde koca bir kalıp sabun. Havalandırmanın ağır kapısının ardından hamamda yankılanan sesler, sabundan gözü yanan çocuk çığlıkları geliyor.

Kadın kendi gibidir hamamda. Gündelik hayatta kadın erkek ayrımı yapmaksızın bakarız insana, fark edemeyiz kadının dişiliğini. Nasıl? Bir kadın temizdir, bakımlıdır kendince, bir oturuşu, bir duruşu, bir havası vardır mesela. Öyle farklıdır ki hepsi birbirinden. Kimi peştemallidir, kimi yalnızca çamaşırıyla girer. Bir de fütursuz olup anadan üryan yıkananlar vardır rahat, gamsız. Bunlar genelde menopoza yeni girmiş ya da girmek üzere olan elliliklerdir. Yaşlıların memeleri neredeyse dizlerinde, avuçlayıp toparlarlar zırt pırt. Ergenler utangaçtır zaten genelde onlar peştemalli girerler. Genç anneler çamaşırlıdırlar. İki dizlerinin arasına kıstırıp çocukları, kurnanın yanında önce onları yıkar sonra kendileri yıkanırlar. En illeti kurnanın yanına oturup etrafi kesen kadınlardır. Bilinçsizce, bir biri ardına tasla su dökünür, bu arada etraftaki muhabbetleri dinlerler. Keyfe düşkün bir iki kokana da düşer arada. Yatar boylu boyunca göbek taşına, keseci kadınlara önce bir keseletir kendini ardından sabunlanıp demlenir bir müddet. Onca buhar, rutubet kokusu, yankılanan bu bir kıyamet ses arasında kaybolur insan.

- “Ah canım ne tatlı şeysin sen. Kaç yaşındasın bakim?”
Çiğdem kafasını yine İnci’nin göğsüne gömmüş, sağ kolu uzatıp tombul, yumruk kısımları gamzeli üç parmağını büyük bir çabayla havada tutuyordu.

Kadın iki üç içten kahkahadan sonra asma kata çıkıp kabine girdi.
Tombul Neriman elinde yer kovası mutfaktan çıktı;

- “Abla yeni sildim. Girilmesin biraz. Kurusun.”
- “Sonra bi çay demliyelim ama bak öğle yanaşıyor acıkmıştır benimkiler” der Şükran Hn.
- “ Tamam abla”
- “ Çiğdem, çiçeğim, acıktın mı bi tanem ha?”

Çiğdem yanaklarda tebessüm koşar annesine. Kasanın yanındaki tabureye oturur;

- “Bugün de girim anne nolur?”
- “Olmaz çiçeğim, her gün banyo mu olur? Sonra bak gördün ellerin nasıl buruşuyor, yaşlanıyorsun. İster misin erkenden yaşlanmak?”
- “O yaşlanmaktan olmuyor. Bir kere ben de uzun kalmıştım. Ondan sonra, ellerim benim de buruşmuştu. Ondan sonra çıkmıştım banyodan. Ondan sonra düzelmişti, yaşlanmamıştım ki.” diye atlar İnci bilmis bilmis.

E tabi Çiğdem bozulmuştur. Annesi banyo yapmasın diye ne numaralar çeviriyordur. Şu İnci de olmasa iyice uyutacaklardır onu. Taburesinden kalkar sakin adımlarla İnci’nin yanına döner.

Ögle sonrası Çiğdem gözlerini ovuşturarak iner asma kattan. Belli ki yemeğin peşine kıvrılmış bir köşeciğe. Avlu boştur. Annesi kasada telefonla konuşuyordur. Havalandırmanın kapısı yavaş yavaş açılır. Önce bir grup buhar çıkar dışarı firsatını bulmuşken sıvışmak için, ardından peştemalli ve üzeri kanlar içinde genç bir kadın. Antrenin orta yerinde sessiz sedasız ağlamaya başlar. Kanlı elleri yelpaze olmus dudaklarını örter. Önce Çiğdem fark eder kadını, korkar tabi. Yanına gitmesiyle hamamdan çığlıklar yükselir. Çiğdem havalandırmadan koşar adım hamama girer. Onca bedenin arasından başını uzatır. Üç yaşındaki bu gözler donar. Geri çekilir havalandırmaya döner ve oturur o alçak musluğun biraz yanındaki izbeliğe, kulaklarını kapatır.

Ne kadar zamanda bu kadar kan boşanır ki bir insandan? Böyle bir durumda ne kadar sürer saçmalamamız? Ne kadar sürede aklımız başına gelir harekete geçeriz? 9 yaşındaki küçücük bir kızda kaç litre kan olabilir ki?

Pek de lüzumu yok ya anlatalım. Çığlıklar birbiri ardına patlarken Şükran Hn. ambulans çağırmayı akıl eder. Sonrası malum, sedye, kargaşa, koşuşturmaca. Neriman elindeki hortumun bir ucunu takmış musluklardan birine kanları akıtıyor. Göbek taşından, yerlerden kayan kanlar su yolu boyunca dört dönüp tüm hamami, atıyor kendini dışarı.

Bu kan kokusu çıkmak bilmedi aylarca. Sanki burnumuza sinmişti. Bakıyorum da şimdi, bu hamamda seneler sonra hala alabiliyorum o kokuyu. İlk günki gibi canımı acıtabiliyor hala. Oysaki ufacıktım. Anneannemin koynunda yatmıştım günlerce, korkutuyordu annem. Bu küf dolu duvardaki harabe aynadan bakan güderi ceketli, saçları yapılı bu kadın kim? Elli yaşıma girdim bugün. Dogum günü kutlamak için tuhaf bir mekan degil mi? Oysa ki hala işitebiliyorum İnci’nin sesini. Buraya gelene kadar hafızamda hep o kanlar içinde, son gördüğüm hali kalmıştı. Şimdi İnci masasında oturuyor, gözleri canlı.

Hala çınlıyor sesi bu eski hamamda.
- “Çiğdem bak anneme söylerim!”
- “Çigdem koşma şu asma katta!”
- “Çiğdem bak yine paralarımı düşürmüşsün yere!”

Çigdem çok sevdi seni inci…

Hiç yorum yok: