Bu Adam

Sedef Kalkavan

Meselesi bir günde anlaşılmayacak bir konudan bahsetmeyeceğim, zira tarzım dil. Ne gereği var kendini yormanın, zamanı çalmanın, üstelik alternatifleri bol iken kısıtlı bir hayata sıkışmış olmak yeteri kadar da darlamaz mı ki insanı. E zor işte, belli ki kafanın içindeki milyonlarca hatayı tekrar tekrar yaşayıp, ‘aman da ben bunlar üzerine ne diye vaktiyle uzun uzun istişarelerle karar veremedim’lerin zamansızlığı ve hatta yersizliği pek bi sıkar zaten canı.

Bu adamın adı ateş, demir, ege, berk gibi yeni dönem adlardan değil. Çift isim gruplarından da değil, can berk, ata can, efe hakkı… Aslında adının bir önemi de yok, biz ona ‘bu adam’ diyeceğiz.

Neticede başucunda küflenen duvarının bir nebze hava alması için çektiği yatağında titiz olmasına karşın mecburiyetten asimetrik yatan bu adamdan bahsediyoruz. Bu asimetrinin verdiği huzursuzluktan sebep, biraz eğreti yatan üstelik… ve hatta kıyın kıyın. Pencere yönüne kafası geldiğinden gün aymış mı aymamış mı bihaber olan, sabahları bir yudum çaysız ‘bir hiç’ olan bu adamdan. Üşengeçliğinden üstü başı ile yatıp ertesi günü kırış kırış geçiren bu adamdan.

Okunmuş, eğitilmiş hatta kısa da olsa bir iki iş tecrübesi sonucunda gömlek ile kravatın kendine yakışmadığına karar getirilip tez elden bırakılmış. Neticede, girişimci ruhu ile elindeki az miktar parayı birleştirip kedi maması almış. Yaklaşık iki buçık yıldır hayatını idame ettirebilmek için, bahçesinde titizlikle beslediği sokak kedilerinin taze meyvelerini satarak geçinir bu adam.

Her günki gibi zamansız hayatının bize göre iki buçuğunda uyanıp, ateşe çayı koyup, çıktığı bahçesinde Pagan Ritüellerini andıran gereksiz biraz da göstermelik ayılma egzersizlerini yapmaktadır. Yavruları inceler; cılız olan, çok yemiş karnı şiş olan, gözleri sorunlu tek göz dolanan ve günün talihlisi… annenin hali hazırda yalayarak temizlediği, etrafa şen ışıltılar saçan, biraz mahsun ‘tekir’.

Ufak gofret kutusunda, kafasına nasıl sığdığı zor anlaşılır o koca gözlerini devirerek, uzak doğuluları andıran beyaz uzun bıyıklarını titreterek etrafı izlemektedir tekir. Pırıldır, ışıldır ve evet iyi para edecek durumdadır. Ki bu kadarı bırak iki ayı, zorladın mı üçüncü ayı bile çıkartır bu adama.

Dudak kenarına yapışan, ucunda da uzunca bir kül biriken sigaranın dumanı, sağolsun ters esen rüzgarla tekire gelmektedir. Bu adam özensizdir, umursuz ve canı çekmesine karşın birasız. Sandeletindeki pis ayaklarının onu getirdiği yer Urumeli Hisarı’dır. İskele lokantasının yanında bir müddet demlenmektir niyeti, gün boyu orada takılıp nice sosyetenin ulaşamadığı bronzluğu yakalamış, Ara Güler kırışıklığındaki çehrelerle.

Uzatmak anlamsız…

vay efendim ‘burada içilir mi’ymiş

şangırr… bir pencereden kar taneleri gibi dökülen camların görüntüsü…

aman efendim ‘ne zararımız var size lan it’ cevabı…

ve döner bıçağının adaletsizliği…

E peki avlanmayı bilmeyen kendi yemeğini arayıp da bulamayacak hazıra konmuş bu kedilere kim bakar şimdi… o koca gözlü pırıl tekire?

1 yorum:

uygar gunerb dedi ki...

hoşgeldin aramıza. BAŞKAN