
Değerli üstad İpek Özarmağan’ın yazısında bahsi geçince durunamadım ve bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim.
Şunu anladım ki, nerde yumuşak ses tonlu, etkileyici sayılabilecek üsluba sahip bir insan görelim, anında dibimiz düşüyor. Çok seviyoruz bu tarz adamları. İsteseler pantolonumuzu sıyırabilecekmiş gibi bir halimiz var. Her söylediklerini kabul ediyoruz, hele popülist bir şeyse bu söylenen, adamın hastası oluyoruz. Zaten bize söylenenlerin temelini araştırmayı sevmeyen insanlarız. Hemen inanmayı çok seviyoruz. Sorgulamaktan nefret ediyoruz. Doğruyu öğrenmek veya bize anlatılanlar hakkında bilgi toplamaktan nefret ediyoruz. Niye uğraşalım ki? Türk toplumu olarak hepimiz yorgunuz. Karanlıkta kalmayı seviyoruz. Bize ışık tutacak bir insana muhtacız. "Size ışık tutucam, toplanın yamacıma" diyen adamın arkasından koşarız. Çünkü kendimiz niye canımızı sıkalım araştırmakla, bir şeyleri öğrenmeye çalışmakla değil mi ama?
Bu anlattıklarımı Can Dündar sizden benden daha iyi biliyormuş onu anladım. Bir defa okumuş-görmüş adam değil mi? Zeki ve etkiliyici bir konuşma tarzı var. 40 kelime varsa elinde, içlerinden hangisini seçeceğini ve insanlara söyleyeceğini iyi biliyor. Hem bir kere herşeyden önce büyük çerçeveli gözlükleri var. Hayret, Uğur Mumcu'nun işine yaramamıştı bu gözlükler, Can Dündar'ı yaptığı işlerde başarıdan başarıya koşturuyor oysa!
Sorulan sert sorulara büyük bir içtenlikle cevap verebiliyor, ah hele o sakin ses tonu yok mu? İnsanın içini eritiyor. Bu adam hayatımızda gördüğümüz en ağırbaşlı, sakin, lafını bilen, olgun ve "demokrat" adam olmalı. Sarı Zeybek'i de yaptı, demek ki Atatürk'ü o da bizim gibi seviyor. Değişmiş olamaz, hala seviyordur Mustafa Kemal'i değil mi? Bu ülkedeki değişimine tanık olduğumuz tek bir adam vardı, o da Kasımpaşa'dan çıktı. Başka hiç kimse değişmiş olamaz, 10 yıl önce hangi fikirdeyse hala aynı fikirdedir. En azından böyle belli başlı konularda.
Biraz önce seyrettiğim ‘Mustafa’ filmi hakkında şu sahnede şu vardı şu sahnede bu vardı diyip uzatmanın bir manası yok. Kitap yazarım istersem bu konu hakkında. Kaç satar orasını bilemem. 29 Ekim'de satışa sunarsam belki çok satabilir bilemiyorum.
Cımbızla çekilmiş cümleler, kaynaksız ve eksik bir çok bilgi, özellikle "Mussolini ve heykeltraşı" hakkında ince dokundurmalar, laf cambazlıkları vs... Bunlardan bahsetmeye gerek görmüyorum. Aşağıdaki istatistiki bilgi bana yeter de artar bile. Size yetmeyebilir, istediğinizi düşünmekte özgürsünüz tabi.
Film: 1 saat 50 dakika
Çocukluk ve gençlik yılları: 30 dakika
Mektuplaştığı kadın, Latife Hanım vs.: 15 dakika
Kurduğu sofralar,yalnızlığı ve biçareliği, rakı olayı: 40 dakika
Trablusgarp ve Çanakkale Savaşları, Samsun'a çıkış, Kongreler, T.B.B.M'nin açılışı, 3 yıllık Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet'in ilanı, Siyasal & Eğitim & Kültür & Toplumsal & Sosyal & Ekonomi & Hukuksal Devrimler, Enstitüleşme: 25 dakika
"Ben Mustafa Kemal'in kurduğu sofralar, aşkları, yalnızlığı üzerine bir film yapıyorum" diyebilirdi Can Dündar. Ama demedi. Filmin adını "Mustafa" koydu, 29 Ekim'de vizyona soktu. "Mustafa Kemal'in doğumundan ölümüne bir film yapıyorum" dedi. Dememeliydi, diyemez. Derse Aziz Nesin'in o meşhur tespitinin ışığında çoğu insanı söylediğine inandırabilir, ama herkesi değil.
Milli piyango bileti aldım. Eğer büyük ikramiye bana çıkarsa bütün paramı Can Dündar’ın ergenlik çağındaki masturbasyon anılarını anlatan bir film çekmek için harcayacağım. Filmin adı "Can" olacak. Herhangi bir ayın 31'inde gösterime sokacağım. Ve filmin konusunun "Can Dündar’ın doğumundan bugüne kadarki hayatı" olduğunu anlatıcam filme gelmeyi düşünen insanlara.
Nasıl olsa inanırlar bana hiç kimse sorgulamaz ne halt ettiğimi.
Çünkü biliyorum toplumumuz sever yumuşak ses tonunu, etkileyici üslubu, üstadın buyurduğu gibi 'bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olabilme'yi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder