Beşiktaşlı Umut Sarıkaya'ya…
Soğuktu ve yağmur çiseliyordu. Annem salonda dizlerini parçaladığım pantalonumu yamalarken, ben de Ertürk Yöndem'in hazırlayıp sundugu "Perde Arkası" programını sadece rahatsız edici müziği nedeniyle izliyordum, bir yandan da anneme bana yeni bir pantalon alması için yalvarıyordum. Annem ise beni dinlemek yerine deri parçasını pantalona yamamaya devam ediyordu. Çok ısrar edince de yamalı pantalonların artık çok moda oldugunu söyleyerek beni geçiştirmeye çalışıyordu, kenarda bizi izleyen babam da yamanın çok kötü bir şey olmadığını, kalın fitilli kadife ceketinin dirseklerinin yamalı oldugunu söylüyordu, ancak bunların hiçbiri benim öfkemi dindirmeye yetmiyordu. Ben de biraz yatışmak için dizlerimin parçalanmasına neden olan okuldaki maçımızı düşünmeye başladım.
Öğlenci olduğumuz zamanlarda dersler başlamadan evvel okul bahçesinde toplaşıp Galatasaray-Beşiktaş maçları yapardık. Sınıftaki Fenerbahçeli erkeklerin sayısı takım kurmaya yetmediği için her zaman bu 2 büyük takımın taraftarlarının maçı yapılırdı. Büyük bir döneklik yaparak Beşiktaş’tan Fenerbahçe’ye gecen Demir Bucak'ın gelişi bile yetmemişti fenerlilere…
İşte gene o maçlardan biri oynanıyordu. Metin, Ali, Feyyaz, Rıza, Ulvi ve Kadir’in karşısında Erhan, B.Yusuf, Cüneyt, Uğur, Tanju ve Kosecki vardı. Herkes bir oyuncuyla özdeşleşiyordu ve benim tercihim bu maçlarda Tugay’dı. Evet tugay… O zamanlar altyapıdan çıkmış gencecik bir körpe olan Tugay bu maçlarda benim idolümdü. Sıra arkadaşım ve en yakın dostum olan Melih ise bana “Ne Tugay’ı be Prekazi olsana” diye ikazlarda bulunurken, ben her zaman Tugay’ın gelecek vaat eden bir oyuncu olduğunu söyleyerek bana karışmamasını söylüyordum. Futbol konusunda kara cahil olan maçı izleyenlerden Cenk ise "Ya Turgay kim ya ben öyle birini bilmiyorum" dedikçe ben deliye dönüyordum ve kenara “Onun adı Tugay bi kerem!” diyerek serzenişte bulunuyor, hatasını düzeltmeye çalışıyordum ama Cenk hiçbir zaman akıllanmıyordu.
İşte o gün oynanan maçta dersin başlama düdüğü çalmadan 10 saniye önce arkadan Ulvi’nin itmesine rağmen attığım kafa gölüyle maçı kazanmıştık ancak yere düşmemle birlikte dizlerim parçalanmıştı…
Şu an o günleri hatırladıkça aslında ne kadar doğru bir seçim yaptığımın farkına tekrar varıyorum. Çünkü o Tugay Galatasaray’ımızın Uefa Kupası’nı kazandığı sene, sezon ortasında takımdan ayrılarak avrupa macerasına atılmıs ve o kupayı kaldıramama talihsizliğe uğramıştı. Fakat ada futbolu sayesinde oyununu 10 kat geliştirme olanağına sahip oldu ve şimdi İngiltere'nin ufak kuzey kasabası Blackburn'de taraftarın sevgilisi olmayı başardı ve adını Blackburn Rovers tarihine kaptan olarak yazdırdı.
Attığı golleri youtube’da izlerken yaşadığım gururu ise anlatmaya kelimeler yetmez…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder