Altı gibi Şaşkınbakkal’ da olmamı söylemişti. Beklerken bir bira içerim diye düşündüğümden her zaman ki gibi biraz erken gittim. Her zaman ki gibi biraz geç geldi. Üzerinde yeni alındığı belli olan bir deri ceket vardı. Cekete bitişik kapişon özentiliğin sınırlarını zorluyordu, normalde böyle şeyler giymezdi ki. Anlaşılan sakalını yaklaşık bir aydır kesmiyordu, biraz kilo da almıştı. Boyu uzun olmasa bir hobite dönüşme yolunda emin adımlarla gittiğini söyleyebilirdim. Yanıma yaklaştığında ayağa kalktım, merhabalaşma kısmını atlayıp yanında yürümeye koyuldum.
Standarttır; konuşmaya ilk o başladı. ‘ Abi kusura bakma ya. Gelirken dayanamadım; ne zamandır almak istediğim bir saat vardı, onu aldım. Bak çok iyi değil mi, kalın kayışlı falan. Üstelik sadece altı yüz otuz sekiz lira.’ Fiyatı duyunca gözlerimin büyüdüğünü farketmiş olacak ki; ‘Öyle deme, on iki taksit.’ dedi. Üstelemek istemedim; kendisini fazlasıyla inandırmıştı. Bir süre sustuktan sonra devam etti; ‘ Film festivali başlıyor; kitapçığı okudun mu?’ Her zaman ki gibi okumamıştım. Yılların üstüne hala bu soruyu sormasına anlam veremiyordum. Benim içim birkaç film seçeceğini söyledi. Kafamı hafifce eğerek teşekkür ettim. Elimdeki biraya özenmiş olacak ki ‘ Dur bir tane de ben alayım; bu hafta çok stresliydi anlatamam’ diyerek önünden geçtiğimiz bakkala girdi. Yürümeye devam ettik. Birasını biterene kadar konuşmadı. Sonunda konuşmaya başladığında ise çok memnun olmadım.
Efendim; patronu bunu çok yoruyormuş, hayat nasılmış da böyle olmuş, geç saatlere kadar çalıştırdığından iş yerinde kalıyormuş, çorapları ayağına yapışmış, bunlar bir avukata yapılır mıymış, zaten eniştesi buna Dış İşleri’ nde bir yer ayarlıcakmış da diplomat olacakmış, aslında en iyisi Bodrum’ a gitmekmiş vb. Klasik yakarmalarına ilgimi yitirmeye başlıyordum. Dolmuş durağının oraya vardığımızda nereye gittiğimizi soracaktım ki yanımızdan geçen taksiyi çevirdi. ‘Bize gidip biraz oturalım, ordan da karşıya geçeriz’ dedi. Yolda, karşıya geçmekten nasıl kurtulacağımı düşünmekten anlattıklarını iyi dinleyemedim. Sanırım lycaenidae kelebek familyasıyla ilgili konuşuyordu ya da ben öyle anladım; bilemiyorum.
CaferAğa’ daki nem kokan evine girerken tedirgindim. Ablası her an bir laf sokabilir diye endişeleniyordum. Kapıdan girer girmez ayakkabılarını arkalarına basarak çıkarıp hızla odasına yöneldi. Acele etmeden peşinden gittim. Odaya girdiğimde yatağına oturmuş elektro gitarıyla saçmalıyordu. Kafasını kaldırıp ‘ Şunu dinle, çok sıkı’ dedi. Kahkahalarıma engel olamadım. Bozulmuş olacak ki bir süre konuşmadı. Trip atmaya başlamadan önce hep böyle davranır. ‘ Zaten bilgisayara da virüs girdi’ dedi. Beni neden evine sürüklediği belli olmuştu. Bir şey söylemeden bilgisayarın başına geçtim. Uzun süreli sayılabilecek rahatsız edici bir sessizliğin ardından ‘ Geçende bir kızı kestim, dönüp bakmadı’ dedi. Kendisine dönüp, donuk baktım. ‘ Olm böyle yapma ya. Dalga geçmeyin lan benle, Acıyın lan biraz. Hep böyle yapıyorsunuz, yazık lan bana,. Olm çok feneyım lan.’ gibisinden serzenişlerde bulundu. Herhangi bir şey söylemeyi gereksiz buldum.
Bilgisayarı hallettim, dışarı çıkmaya karar verdik. Kapıdan çıkarken montumun cebine sıkıştırdığım dvdleri farkedip geri aldı şerefsiz. ‘ Beş dakika kalmış vapura, terlemeyelim’ dedi. Uğraşmaktan çoktan vazgeçip kaderime razı olmuştum. Karşıya geçilecekti. Vapuru beklerken durak büfeye uğradık. Üç ay önce halısahada eksik ödediğim parayı hatırlatıp sosisliyi bana ısmarlattı içten pazarlıklı.
İstiklal’ e çıkıp mal gibi yürümeye başladık. Birden ‘ Ben aşık oldum’ dedi. Önemsemedim. ‘ Şovalyeyim ben, günün birinde tutturur muyum dersin; umut var mı, he?’ dedi. Durup omuzlarından tuttum. Gökyüzünü işaret ettim. ‘ Darlandığında yukarı bak. Orada bir kartal göreceksin. O kartalın adı Umut, o ölmez’ dedim. Gözleri sulanmıştı, dokunsam kendini bırakacaktı. ‘ Ciddi misin?’ diye sordu ağlamaklı. ‘ Yok lan!’ dedim ‘ Taşak geçiyorum. Buralara kadar getirdin, gel bari şurada rakı içelim’.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder