Yokluk, O Donduran Buz

İbrahim BAŞARIR

Sevgili meslektaşım, köşe dostum Kayhan Kolcu'nun yazısını okuduktan sonra derin düşüncelere daldım.

Sevgili Kayhan'ın yazısı kusursuzdu ancak beni en çok düşündüren simit hakkında yaptığı tespit olmuştu; "Paramı idareli kullanmak için en makul seçeneğin simit olduğunu düşündüm" cümlesi bütün gece kafamda döndü dolaştı.Çünkü simit hem ucuzdu hem de lezzetliydi, Türk halkının vazgeçilmeziydi. Ankara'nın Türkiye'ye bir armağanı olan ‘Simit Sarayları’ nın patlamasıyla yaygınlığı iyice arttı ve popülerleşmenin iyice bir parçası haline geldi; Simit simitlikten çıkarak kaşarlı, sucuklu, zeytinli çeşitleri üretilmeye başlandı. Toplumda yaşanan dekadans simiti de vurmuştu. Benim anlatacaklarım ise daha simitin naifliğini ve samimiliğini koruduğu günlerden ufak bir anı...

Anaokulundan çıkıp resmi olarak öğrenim yaşantıma atılmışım ve ilkokul günlerim başlamış. Şayet sabahçıysam sabahleyin ciddi bir kahvaltı yapılarak, öğlenciysem ise sağlam bir öğle yemeğiyle okula yollanmaktayım, cebime ufak bir harçlık tıkıştırılarak. Çocuğuz tabi ilkokulda ne gibi bir harcamamız olabilir ki?.. Zaten kısıtlı bir kantine sahibiz, şimdinin çocukları gibi her şeyin satıldığı bir ortamda büyümedik biz. Teneffüslerde bir kulübenin önünde tek sıra haline gelerek alabileceğimiz tek şey yiyecek olarak simit, içecek olarak pepsi veya meyve suyu… Düşünün bir 5 yıl sadece bu ikiliyle geçti. Poğaçasız, açmasız sadece simitle geçen bir öğrencilik hayatı… Ancak İstanbul'a geldiğimde öğrenmiştim açmanın ne olduğunu, kruvasan ise sadece benim için ‘kuru hasan’ şeklinde yapılan kötu espirilere malzeme olan bir yiyecekti, daha önce ne görmüştüm ne de yemiştim. Zaten söylenmesi de zordu, işte simit vardı, başka bir şeye ne gibi bir ihtiyacım olabilirdi ki?

Fakat bizi cahil bırakmaya kimin hakkı vardı? Samsun'un kalbur üstü ilkokullarından birinde okumama rağmen bizi simide mahkum eden okul yönetimine isyanımı yıllar sonra ‘Saten Dergi’ aracılığıyla yansıtma imkanını buluyorum. Belki de üstad Kayhan'ın dünkü yazısını okumasaydım, ben de bu satırları kaleme alıyor olmayacaktım.

Aslında biz böylece aza kanaat etmeyi, en müşkül anda simitle teselliyi bulmayı öğrendik; fakat bu dersin 5 sene sürmesi küçük bünyelerin gelişiminde ve psikolojisinde derin hasarlara sebebiyet vermiş olabilir. Belki de bü yüzden alttan gelen yeni nesil bu kadar gelişmiş ve bu kadar iri…

İşte buradan üstad Kayhan'a sesleniyorum. Simit konusunda mutahassıs olan kendisinden, "Türk toplumunda simit yeri ve büyümekte olan çocukların gelişiminde etkisi" başlıklı bir yazı derlemesini rica ediyorum.

Hiç yorum yok: