
Anlatacağım hikaye kayıp bir ruhun hikayesidir. Küllenmiş hatıraların, yokolmuş gerçeklerin, darmadağın hayatların… Esmer bir çocuğun hikayesidir.
Beş arkadaş, lise yıllığı fotoğrafı çektirmek için soluğu -yaptığı photoshoplarla nam salmış- Zümrüt’te almıştık. İlk kıvılcım o gün çaktı. Herkes bir kepli, bir de normal mavi fonun önünde gömlekli fotoğraf çektirdi. Onun dışında… Düz mavi fon yerine arka plan olarak bir bar seçmişti, tek ayağı iskemlenin üstünde, kollar önde kavuşturulmuş, yüzünde hafif bir gülümseme, taranmış kaşlar ve kısık bakışlar. Lanet olsun… Nerden bilebilirdik bunun ilerde atacağı büyük adımların başlangıcı olacağını, olayların her geçen gün-ay-sene katlanarak büyüyeceğini ve önlenemez bir hal alacağını. Bilemezdik…
Yıllar önce tek hayali taraftarı olduğu kulübün başkanı olmak ve kulübünü hak ettiği yere getirmek olan bir çocuk düşünün. Tanımayan bir insanın bile tek bir bakışta ten renginden ve duruşundan hangi takımı tuttuğunu anlayabileceği çocuğu. Kendisini güldüren veya ağlatan tek olgunun siyah şort-beyaz forma olan çocuğu. Sonra da o çocuğun o zamanki kulübün saygın, hayatına yalnızca takımına duyduğu aşk yüzünden kadın bile girmemiş ve evlenmemiş olan büyük başkanını sinkaflarla kulüpten kopardığına şahit olun. Ne düşünürdünüz? Saygısızlık mı? Kıymetbilmezlik mi? O gün orda olsaydınız, ve o esmer çocuğun başkanına karşı sergilediği tavırları görseydiniz anlardınız, Vefa’nın yalnızca bir semt olduğunu…
Lise yıllarında haftaiçi tuttuğumuz takımın Avrupa kupası maçları olduğu zaman okula atkıyla gelirdik. Okuldan sonra maça gitmemiz ya da maçı evde seyredecek olmamız bir şeyi değiştirmezdi. O atkı hep olurdu boynumuzda. Derste, her tenefüste, okuldan sonra herkes dağılırken panoların önünde… Artık aklı selim insanlarız, yaşımız da kemale yavaş yavaş eriyor, birbirimizi kandırmayalım. Hepsi şovdu. Bize getirisi neydi, ne işe yarıyordu, şimdi düşününce bir cevap bulamıyorum. O ise başkaydı. Tuttuğunuz takım hakkında konuşmaz, yorum yapmaz, diğer takımlara taş atmazdı. Tek derdi kendi takımıydı. Okul o gün başlar biter, bizimle beraber rıhtımdaki otobüs duraklarına kadar yürür, akşamdan çantasına yerleştirdiği atkısını çıkarıp boynuna dolar, Beşiktaş İskelesine doğru ağır ve geniş adımlarla çekerdi yolu. Tek başına… Şaşırırdım, kimseye ihtiyacı olmaz mı bu adamın? Muhabbet edecek birini aramaz mı yanıbaşında? Yalnızlık canını sıkmaz mı?
Şu günlerde kendisini ararsanız, iki haftada bir Dolmabahçe’de, maçtan önce 4-5 arkadaşıyla meyhanede… Maçın ardından yanınızda bitiverip şampiyonluk naraları atabilir, takımınızla ilgili ufak taşlamalara da hazır olmalısınız.
Doğruluğu, dürüstlüğüyle tarih kitaplarına geçecek olan çocuk büyüdü, ufak pembe yalanlarla başlayan serüven, gördüğünü iddia ettiği yalan yanlış rüyalarla günümüze kadar geldi. Hem de yalnızca komik olmak adına. Her haftasonu elinde kamyoncu birası, bar bar gezip club müzik eşliğinde yaptığı danslar da cabası. Nasıldı esmer çocuk, eller rahatta, kafa arkada, hafif sağa sola mı salınıyorduk? Artık işler böyle mi yürüyor? Helal olsun be! Helal olsun…
Bir insanın mottosu dört teker olabilir mi? Böyle bir acı olamaz. Böyle bir yıkım olamaz.
Hepimizin Gepetto Babası’ydı, Pinokyo’su oldu.
Kapkara bir kartaldı, kuzu sürüsüne dalan bir kurt artık…
Yazıklar olsun!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder