Barf

Ahmet TAŞKENT

Hiçbir zaman gece yaşayan adamlardan olamadım. Sabahın ilk ışıklarıyla yatıp, akşam uyanan insanlardan. Neden bilmiyorum, gün ağarırken uyumama rağmen kalkış saatim 11’i geçmiyor...

Sanırım bir refleks bu. Hayata karşı bir refleks. Hani ergenlik zamanlarında abaza arkadaş grubunuzla aynı evde kalacaksınızdır. Sert bir gece geçer, herkes kıvamdadır. Alkol gırla gitmektedir. Ve gözleriniz kapanmaya başlasa bile uyumamak için direnirsiniz, çünkü bilirsiniz ki o gece, daha bir çok şakaya ve hayvanlığa gebedir. Bu sebeple uyuduğunuz zaman bile benliğiniz ve beyniniz dışardan gelecek herhangi bir hayvan şakasına reaksiyon göstermek ve savunmak adına tetiktedir. Ve en ufak bir çıtırtıya bile uyanırsınız. İşte ben de hayat bana küçük oyunlar ve şakalar yapabilir korkusuyla otomatikman erkenden uyandığımı düşünüyorum. Kendime böyle bir tanı koydum. Aynen doktora gitmeden kendime migren teşhisi koymam gibi.

Yine o gece hava aydınlanırken yatmış, sabah saat 10:30 gibi de kalkmıştım. İnsanlar sabah kalkınca yüzünü yıkar, kahvaltısını hazırlar. Ya da karizmatik bir şekilde hiçbir şey yemedenkahveyle başlar güne. Bilgisayarını açıp maillerine bakanlar da olabilir. Veya gazeteye göz gezdirenler. İnanır mısınız, ben bunların hiçbirsini yapmıyorum. Açıkça söylemek gerekirse, mal gibi yatıp gözlerimi bir yere odaklayıp uzun süre bakıyorum. Ben de isterdim kalkar kalkmaz müzik açayım, kahve için su kaynatayım. Güzel trip olur. Ama olmuyor. Eğer o gün yapacak bir şeyim yoksa, bakışlarımı sabitleyip birisinin duruma müdahele etmesini bekliyorum. Bu bazen bir zil oluyor, bazen de telefon. Dürtülmediğim sürece harekete geçmem.

İşte o sabah ta telefonun acı sesiyle kendime geldim. Arayan 18 senelik kadim dostum Murat Kirkit’ti. “Dinle!” dedi ve gitarının hüzünlü telleriyle baş başa bıraktı beni. Dostumun acı bir tarzı vardı, sanırım kendisini Sezen Aksu, beni de gecenin köründe uyandırıp yeni bestesini dinlettiği Levent Yüksel sanıyordu. Yaklaşık 9 dakika süren gitar solonun ardından heyecanla “Nasıl?” diye sordu. Bu soruya hazır değildim, lakin uyukluyordum, ani bir reflekse ağzımdan “Barf” kelimesi çıktı. “Daha tam hazır değil, bazı eksiklikler var tabi” dedi. ‘Eksikse şarkının tam sürümü 19 dakika mı a.k’ diye geçirdim içimden, “Evet farkettim, üzerinde biraz daha çalışılabilir” dedim dışımdan.

Bir süre müzik, notalarla seks, sipenişgitar, akor, şaft ibne bar konu başlıklı bir şeyler anlattı. Aralara helvacıoğlu flüt, solfej anahtarı çizmenin zorlukları, giray’ın orgu gibi şeyler sıkıştırmaya çalıştım muhabbete girmek için, ama dostum bana mısın demiyor, yaptığı yeni bestenin verdiği coşkuyla anlattıkça anlatıyor, beni dinlemiyordu. En sonunda buna bir dur dedim, “Murat’çım kendime bir kahve koyayım, biliyorsun sabahları bir sade kahve içmeden ayılamıyorum, sonra da buluşalım senle öyle anlat derdini, böyle telefonda olmuyor” dedim. Bu defa da evde şeykırıyla icad ettiği aromalı kahveden bahsetmeye başladı. “Şarjım yalnız bitebilir her an, söyliyeyim” dedim, kaç ölçü süt koyulacağını anlattığı sırada da telefonu suratına kapattım.

Ağırkanlıydı. Jazz aşığıydı. Berbat gitar çalardı.

İyiydi dii mi?

Hiç yorum yok: