Gelmiş Geçmiş En İyi Şair E.B. Diyenler

İbrahim BAŞARIR

Her şey Tuna Kiremitçi'nin de facebook'ta olduğunu öğrenmemle başladı. 21. yüzyıl Türk şiiri denince akla gelen ilk iki isimdik ve aramızda tarifi imkansız bir rekabet söz konusuydu ve ben entellektüel, teknolojik karşıtı, nostaljik insan imajı çizmeye çalışırken o magazin basınını süslüyor, televizyon erkranlarından ayrılmıyordu, yaşadığı sürüsüne bereket aşk ise cabası ki; ben burada yalnızlık içinde bu acılı şiirlerimi kağıda aktarırken, o bir gönülden diğerine konarken kadınları en iyi anlayan şair yaftasına sahip oluyordu.

Hakkımda facebook denen zımbırtıda "E.B. Hayranları", "Gelmiş Geçmiş en iyi şair E.B.diyenler", "E.B. Tuna Kiremitçi'ye on basar" grupları açılmışken ben içine kapanıklığın ve daha önce çizmiş olduğum vizyon nedeniyle bu camiadan uzak kalmaya çalışırken, Tuna Kiremitçi'nin bu adını tekrar anmak istemediğim zımbırtıda hesabı olmakta, tüm genç kız hayranlarına buradan da seslenme, iletişim kurma imkanı bulunmakta.

Ben de bu noktada artık bu inatçılığa son verip, malum şahıstan da geri kalmamak amacıyla bir diz üstü bilgisayar alıp internete bağlanarak çağı yakalamaya karar verdim. Böylece remington marka daktilomla yazı yazmaya bir süre ara verebilir, yanımda taşıdığım bilgisayar sayesinde ister Firuzağa kahvesinde, ister Bağdat Caddesi'nde Kirpi'de yazılarımı dilediğim anda yazabilirdim. Ancak bu konuda tam bir kara cahildim, tek bildiğim şey power düğmesine basmaktı, bu nedenle bir yol göstericisine ihtiyacım vardı. Bu insan da ortaokul ve lisede çok şey paylaştığım Çağdaş Türk Sineması'nın gelişiminde büyük emeği olan ünlü kolorist Cem Taşkara idi. Ancak uzun zamandan beri görüşmüyorduk ve kendisini aramaya çekiniyordum fakat başka çıkar yol da gözükmüyordu.

Sonunda cesaret edip aradım, o sırada Cem Karfurdaydı ve yeni çıktığı evine televizyon bakmaktaydı; bundan güzel fırsat olamazdı. Yıllardır ehliyeti olmayan eski dostumun hala arabasız olacağını bildiğimden kendisiyle orada buluşmayı ve televizyonunu arabamla yeni evine bırakmayı teklif ettim. Vereceği taksi parası cebine kar kalacak olan kıymetli dostum bu teklifi düşünmeden kabul etti ancak benim sinsi planımdan habersizdi. Hemen arabaya atlayarak Karfurun yolunu tuttum, Cem'in yanında bir diğer eski dostlardan Kayhan Kolcu ve Ahmet Taşkent ile karşılaştım. Bu kadar fazla insan olması biraz canımı sıkmadı değil; çünkü planımda önce Cem'i bize götürüp bilgisayarımın internet ayarlarını yaptırmak, ardından da televizyonunu evine götürmek vardı. Ancak yanında bu iki insan olduğu müddetçe her an bir aksilik çıkma ihtimali çok yüksekti. Bu nedenle çok dikkatli hareket etmeli, hiç bir şüpheye yer vermeden konuşmalı ve çıkarcılık dolu planımı yansıtmamalıydım.

Sintio marka televizyon alındıktan sonra üçünü önce bizim eve gitmeyi ve annemin yaptığı leziz içli köfteleri yuvarlamayı teklif ettim. Belki de dayanamayacakları yegane şey buydu ve aklıma başka hiç bir bahane gelmiyordu onları çağırabilmek için. Yalnız ufak bir sorunumuz vardı, evde çiğ köfte yoktu. Kaşla göz arasında Komagene'den telefonla içli köfte söylemem ve aynı gizlilikle kapı çaldığında alıp mutfağa götürmem gerekiyordu. Direksiyon başında eve yollanırken aklımdan hep bunlar geçmekteydi, zorlu bir akşam beni bekliyordu. Bir yandan da Cem'e sonunda bir diz üstü bilgisayar aldığımı ancak bir türlü internete giremediğimi anlatıyordum, kırk yıllık dostum tabiki bu sorunun hiç önemli olmadığını 10 dakikada halledebileceğini söyledi. İşte planım tıkır tıkır işliyordu, önümdeki tek engel evdeki zorlu parkurdu. Eve vardığımızda hemen dostlarıma birer bira çıkardım ve Cem'in kucağına bilgisayarı yerleştirdim ve -siz bu işle oyalanırken ben bir sıçayım sonra da içli köftleri ısıtayım- diyerek tuvaletin yolunu tuttum. Tuvalette gizlice cep telefonundan içli köfteciyi aradım ve siparişi verdim, 5 dakika içinde elemanın geleceği cevabını alınca sıçmış kadar rahatladım. İki- üç dakika sonra çıkıp mutfağa gittim ve içli köftenin yanına yenilcek salata hazırlamaya başladım ama bir yandan da kulağım kapıdaydı, hızlı davranarak kimseye izin vermeden kapıya yönelmeli ve gizlice aldığım içli köfteleri mutfağa geri götürmeliydim. İki dakika geçti geçmedi kapı çalındı, içeriye - ben bakıyorum - diyerek kapıya seyirttim. Gelen çocuğa sağ avucumda hazırlamıs olduğum parayı vererek paketi kapıp mutfağa hızlıca geri döndüm, içeriyede şüphe çekmemek amacıyla gelen kapıcıymış diyerek bağırdım.

Sofrayı hazırladıktan sonra salona döndüm; biralar içiliyor, sohbet ediliyor, bir yandan da Cem bilgisayarla ilgileniyordu. İş bittikten sonra mutfakta içli köfteleri ve hazırladığım salatayı yemeyi teklif ettim. Neyse ki fazla uzun sürmeden kadim dostum bilgisayar konusundaki hünerini konuşturarak beni dünyaya bağladı, deneme amacıyla ilk olarak google'a girdik ve Emir Budak yazdık, çıkan sonuçları içli köfte yedikten sonra okumaya karar verdik. Masaya oturduk ve köfteleri yemeye başladık ama insanlarda bir hoşnutsuzluk hasıl oldu. Köfteler lezzetsiz değillerdi fakat annemin köftelerini bilen bu 3 kişi için farkı ayırt etmek hiç zor olmadı. Ben de bulgurun her zamanki bulgur olmadığını, belki de tat farkının bu yüzden gerçekleştiği argümanını ortaya attım alnımdan terler şapır şapır dökülürken. Destekli yazışım itibar gördü ve bizimkiler tekrar tabaklarına gömüldüler. İşte her şey sorunsuz gidiyor diyerek avuçlarımı sıvazlarken, yazın ortasında nezle olabilmeyi başarmış olan Ahmet Taşkent burnunu sildiği selpağı atmak amacıyla çöp kutusuna yöneldi ve boş Komagene kutularını gördü. Kusursuz işleyen planımda tek bir hata yapmıştım ve bu benim sonumu getirdi.

Dostlarım bir hışımla masadan kalkıp evi terk ettiler, bir yandan da kendilerini kullandığım için bana sövmekten de geri durmadılar. Arabanın bagajında duran televizyon ise unutulmuştu, ertesi gün muhakkak Cem beni geri arıcaktı ve ben de belki bundan istifade onun gönlünü alabilecektim; ancak o anda ilk işim bir facebook hesabı açtırıp Tuna Kiremitçi'ye meydan okumaktı.

Hiç yorum yok: