İbrahim Başarır ile Nasıl Barıştım ve O Gece Neler Oldu?

Kayhan KOLCU

Kısım 1: Cihangir’ deki Ev
Son görüşmemizde Charles Darwin’ in gemisinin adını hatırlayamadığımla benimle dalga geçmişti. Yıkılmıştım, hemen eve koşup acaba daha neleri unutmuşumdur diye kendimi kütüphaneye atmıştım. Tutunamayanlar ile başlayan edebi serüven Saramago' nun Körlük eserinin kapağını kapatmamla noktalandı. Bayılmışım.

O günün üzerinden üç ay geçmişti. Telefon edip özür dileyince eski dostuma bir şans vermeye karar verdim. Davetini kabul edip Cihangir’ deki evine doğru yola çıktım. Yanıma seveceğini tahmin ettiğim birkaç kitap almayı ihmal etmedim.

Kapıyı açtığında hemen elimdekilere baktı. ‘ Olm tat-tuzlu bijler alzaydın lan’ dedi. O anda kendisine karşı anlık bir kıllık besledim. İçeri geçip eski günlerden konuşmaya başladık, konu bir şekilde Arthur Schopenhauer’ e geldi. İbrahim üstad ısrarla Arthur Schopenhauer’ i eleştirirken sonunda bir açığını yakalamıştım. Dedim ‘Dur orada. O zaman Joseph de Maistre ile ilgili söylediklerinle çatıştı bu düşüncelerin’ . Bir bozuldu bu, bakakaldı bana. Ortamdaki gerilimden rahatsız olmuş olacak ki kedisi Marcel odayı terketti. Hemen gidip pikapa bi jazz klasiği yerleştirdim 70lerden; sakinleşti, ''Birer bardak kırmızı sarap içer miyiz?'' diye sordu. Kabul ettim. Her zamanki gibi birer bardakla yetinemedik. Üçüncüden sonra Tembel Feylesof’ un suratına renk geldi, hareketleri bir hızlandı, söylediklerini iyice anlayamamaya başlamıştım. İkinci şişeyi açmaya yeltenmiştim ki ‘ Yürü. Dışarı çıkıyoruz, seni birisiyle tanıştıracağım’ dedi.

Hayırdır; sokağa çıktık.

Kısım 2: Cem Taşkara
Büfelerin önünden geçip İstiklâl’ e çıktığımızda Tembel iyice coşmuştu. Artık konuşmama izin vermiyor sadece kendi konuşuyordu. Bir çocuk gibi heyecanlıydı. Önüme geçip geri geri yürüyerek birşeyler anlatıyor, bir anda etrafımda dolanmaya başlıyordu. Durdurmak bir yana araya bile giremiyordum. Söylediklerini anlamak zaten imkansızlaşmıştı. Ancak arada bazı kelimeleri seçebiliyordum. ‘ kuantum...Martin Scorsese...devcimen Gregor Samsa...Çağla Şikel...’ Son on dakikadır ne diyordu tamamen anlamıyordum. Emek Sinemasının hizasına geldiğimizde omuzlarından tutarak sarsmak suretiyle kendisini söylediklerini yavaşça tekrarlaması konusunda ikna ettim. Bu sefer yarım saat aralıksız konuştu.

Tünele geldiğimizde tüm bunları ilk seferde nasıl olur da üçte biri sürede anlattığını düşünmekten artık onu dinleyemiyordum. Babylon’ un sokağına yaklaştığımızda biraz sonra sokağı dündüğümüzde nereden geldiğini anlayacağımız ‘ Bernard Shaw yaşasaydı hiçbirinizi affetmezdi ulan’ haykırışını duyduk. Tembel ‘ heh bulduk’ dedi. Onu gördüğümüzden yerden kalkıyordu. Üzerini temizledi. Yerden aldığı bira şişesini badigarda doğru fırlatıp koşmaya başladı. Takip ettik. 20 metre sonra nefesi kesildi tombul dervişin. ‘ Ceem’ dedi Tembel. ‘...bu Kayhan’.

Elimi sertçe sıktı kendisi. Sonradan öğrendim ki bana karşıt bir tutum değilmiş bu. İbrahim’ in konuşmaya başlarken adını bastırarak söylemesine sinirlenmiş. Bütün gece İstiklâl Caddesi’ ni bir aşağı bir yukarı turladık. Derviş ünvanını nasıl aldığından başlayarak, Karadeniz yaylalarında geçirdiği yokluk yılları ve yerde bulduğu sayısal kuponuna ikramiye çıkmasına rağmen kuponu nasıl yaktığı da dahil olmak üzere tonlarca şey anlattı Cem Taşkara. Bense sonunda söylediklerini anladığım bir insanı karşımda bulmaktan ziyadesiyle memnundum. Gecenin ilerleyen saatlerine doğru kafamız iyice güzel olmuştu. ‘ Yürün lan. Peyoteye gidiyoruz Replikas varmış’ dedi Tombul Derviş. ‘ Abi üç sap almazlar bizi rezil oluruz entelektüel camiaya’ diyecek oldum, dönüp çok sert bir bakış atıp elindeki bira şişesini havaya kaldırdı. Tırstım. Acayip korkak birisiyim.

Hadi ordan.

Hiç yorum yok: